|
|
|
|
Bu yazı 25.06.2008
tarihinden
beri
224
kez okunmuştur |
Yazının
Başlığı |
Yazar
Adı |
Gönderilme
Tarihi |
İnsan sevgisi |
Belirtilmedi |
25.06.2008 |
Bir yaz akşamıydı, hafiften bir yağmur atıştırmış, hemen hemen tüm köylü evlerinin damlarına çıkmış, mis gibi yağmur kokusu eşliğinde hem çaylarını yudumluyorlar, hem de muhabbet ediyorlardı. Çocukların bir bölümü oturup büyüklerin söylediklerini dinliyor, bir bölümü ise sokağın karanlığında oyun oynuyorlar. Tabi her zaman ki gibi bir kişi hariç. O, köyün çobanın oğlu Ahmet’ ten başkası değildi. Dağdan yeni gelmiş, hemen derslerin başına geçmişti. Ama hiç ders çalışmak gelmiyordu içinden. Çünkü o gün kuzulardan birisini kaybetmişti. Ama suç onun değildi, suç on yaşındaki çocuğu derste olması gerekirken tek başına dağa hayvan otlatmaya gönderen babasındaydı. Ahmet çok korkuyordu babasından. Bir kurtuluş yolu vardı. Babası gelmeden kuzuyu bulup getirirlerse dayak yemekten kurtulurdu. Saat gecenin biriydi hala uyumamıştı, gözüne uyku girmiyordu. Birden bir kuzu sesi geldi. Tam sevinecekti ki arkasından o etrafa korku saçan ses; -Ahmet, Ahmet. Nerdesin be, yakalarsam bacaklarını kıracağım. Anlamıştı kuzu bulundu ama babası buldu. Babası içeri girdiğinde, uyumuş numarası yaparak babasını kandırmaya çalışıyordu. Ama eninde sonunda dayak yiyecekti bunu biliyordu. Belki de sabaha kadar siniri hafiflerdi, biraz daha az dayak yerdi. Ama işler planladığı gibi gitmemişti. Babası sarhoş gelmişti eve. Gelir gelmez Ahmet’i kaldırıp yere atmıştı. Sonra da acımadan dövmüştü. O gün de ağlayarak uyumuştu Ahmet. Ertesi gün okula morarmış gözlerle gitmişti. Arkadaşlarına ve öğretmenlerine yalan söylemişti. Dayak yediğini söylemeyecek kadar gururlu bu gururu hak edecek kadar da çalışkan bir kişiliğe sahip bir insandı Ahmet. Çalışıyordu hem de çok çalışıyordu. Çünkü köyde kalıpta sürünmek istemiyordu. Okuyup adam olmak istiyordu. Hayalinde doktorluk vardı. Babasından dayak yedikçe hırslanıp daha da çok sarılıyordu derslere. Ahmet o gün çok üzgündü. Çünkü annesi çok hastaydı. Hemen kasabaya doktora gitmesi gerekiyordu. Köyde bir traktör bile yoktu onun için annesini bir at arabası ile doktora götürürken kucağında ölmüştü. Yağmurlu bir hava olmasına rağmen çok kişi gelmişti cenazeyi gömmeye. Cenaze gömüldü herkes ayrılmıştı fakat Ahmet anasının başında kalmıştı. Ağlayarak; -Neden gittin ana, neden bıraktın beni.Yemin ediyorum ana doktor olacağım. Benim anam öldü artık kimsenin anası, babası doktor olmadığı için ölmeyecek. Çocuklar üzülmeyecek. Tam yirmi beş yaşındaydı. Üniversiteyi bitirmiş doktor olmuştu. Çok mutluydu. Artık kimse köyde doktor olmadığı için ölmeyecekti. Köyünü ve her gün suçsuz yere dayak yediği babasını özlemişti. Köye gittiğinde o kötü haberi almıştı, artık babası da ölmüştü. Onu ne kadar dövse de, babasını yine de seviyordu. Belki de onu adam olması için dövüyordu, kendisi gibi çürümesini istemediği için dövüyordu. Yoksa bir baba oğlunu niye dövsün ki? İnsan kendi canından, kanından birisinin üzülmesini ister mi? Köylünün de yardımı ile köye küçük bir sağlık ocağı yapmışlardı. İlk işi köydeki herkese aşı vurmaktı. Köylüden para da almıyordu. Çünkü işini ve insanları seviyordu. Artık kimse köyde doktor olmadığı için hastalanmıyordu. Hiçbir kimse üzülmüyordu. Ahmet köyün öğretmeni ile evlenmişti. İkisi de yardım yapmayı seviyordu. Artık sağlık ocağı da yetmiyordu. Kasabadan bile hasta geliyordu bazen. Herkesin yardımıyla köye bir hasta hane yapılıyordu. Artık herkes mutluydu, kimse üzülmüyordu. Ahmet’te mutluydu çünkü sözünü yerine getirmişti. Hasan TÜRKYILMAZ
|
|
|
|