Genç Yazılar
Genç Hikayeler
Genç Şiirler
Genç Makaleler
Genç Fikirler
Genç Mizah
Haftanın Genç Yazısı
Genç Yazarlar Komitemiz
Üyelik İşlemleri

mail.jpg (2821 bytes)

Yazılarınızı göndermek için tıklayın

 
 
Adınız Soyadınız
E-mail Adresiniz
Arkadaşınız Adı
Arkadaşınız Email Adresi
Email in Konusu
 
Bu yazı 23.07.2012 tarihinden beri 1542 kez okunmuştur
Yazının Başlığı Yazar Adı Gönderilme Tarihi
ARAFTAN CENNETE DANTEYLE BİRLİKTE YOLCULUK Belirtilmedi 23.07.2012

‘Öleceğimizi bile bile nasıl oluyor da hiç ölmeyecekmişiz gibi yaşayabiliyoruz?’ diye merak ederdim küçükken. Büyüdüm ve bu tuhaf durumun, hayatın her anında karşımıza çıkan çok sıradan bir olgu olduğunu fark ettim. Sonu olduğunu bildiğimiz, biteceğine emin olduğumuz, nice dostluklar, arkadaşlıklar kurmuyor; hatta büyük aşklar yaşamıyor muyuz?

 

            Neden her şeyin bir tanımı olmak zorunda? Her şey ismiyle var kutsal kitaplara göre. Başlangıçta isim vardı Tevrat’a göre. İsmi olan varlığa, olguya, duruma ya da duyguya cismi bir kabullenişlikle sarılıyoruz. Ben isim vermiyorum sana. Israrla ve inatla… İsmin olmasın ki, cismen de yok olasın diye değil ama. İsimsiz bir varlığın hafifliğiyle sahiplenmek için seni. İsimsiz bir sahipleniş yaşamak için. ‘İman’ denilen şeyin varlığını görmeden, ikna edilmeden, ispatların altında ezilmeden, kalben herhangi bir şeye inanmak olduğu öğretildi bana. İsmin olmazsa varlığına ikna edilmiş olmam, varlığın için ikna edici bir delil de olmaz. Bu durumda yine de seni seviyor olursam; bu sana kalbi, yani ‘imani’ bir duygu taşıdığımı da gösterir. Hangi duydu mu? Hayır! Hangi sorusunun bir cevabı yok. Zaten duyguya da isim vermek yok. Senin, bu duygunun, hatta benim bile ismim olmamalı. Hesap, kitap, sorgu-sual olmaması için, isimler yok artık. “Din gibi aşk da yoktur kelimeler olmadan ve din gibi aşk da kelimelere inanmaktır aslında.” 

 

            Mitolojik bir döngüdür aşk. Neredeyse herkesin hayatında tekrarlanan bir yapı var. Hep ama. Hep. Hani, Hades’in dünyasında verilen döngüsel cezalara benziyor. Herkesin cehennemi biraz kendi aşkında saklı. Bak. Görüyor musun hep aynı şeyin olduğunu? Sen mi yapıyorsun? O mu yapıyor? Saflığın mı tutuyor? Acımasızlığın mı azıyor? Elinden mi gelmiyor, aklından mı gitmiyor? Her neyse. Farklı farklı kadınlar/adamlar, hayatına hep benzer adımlarla girip, az çok aynı adımlarla çıkıyorlar. Neden? Birinin cezasısın, bir yandan da döngü içinde cezalandırılan. Çık şu cehenneminden! Korkudan ibaret şu oyunu bozduğunda, belki bir başkasını daha kendi zindanından kurtarırsın. Mutlu sonlar için değil. Dur daha. Önce zincirlerin düşeceksin de… Yaralarını göreceksin de… Kabulleneceksin de… Ama önce çık şu cehenneminden! Nasıl? Onu da kendin bul.  Ben sana nerede olduğunu söyledim. Ama elimden gelen tek bir ipucu, sevgiyi hafife alma.

 

            Araf’tan Cennet’e Dante’yle birlikte yolculuk etmeye kararlı bir Beatrice benim ruhum, yolculuğa çıkalım.

 

            “Biri gelecek ve değiştirecek her şeyi” demişti Allah; belki içimizdeki ötekilerden biri, belki de Azrail, Deccal, Mehdi, bir âdemoğlu ya da kızı. Biri bir kılıkta gelecek ve değiştirecek, hiçbir şeyin sonsuz olmadığını anımsatırcasına… Hem neydi ki yaratılışı melek mizaçlı olanı, isyanla Şeytan’a çeviren güç? Ya da Deccal’i Mehdi’den ayıran şey? Birini kurtaran diğerini kaybedecekken hep…

 

            Allah, rüzgârın kararsızlığını ve serinliğini, baharın kokusunu, uykunun derinliğini, güneşin sıcağını, tavşanın korkaklığını, camın kırılganlığını, taşın sertliğini ve yaprağın hafifliğini başka bir bedenle bahsetmiştir size. İnsanoğlu, doğruyla yanlışın, güzelle çirkinin, sıcakla soğuğun, akla karanın, galiple mağlubun, artıyla eksinin, acıyla tatlının, gerçekle sahtenin, iyiyle kötünün tek ortak paydasına ‘aşk’ demiştir. Sonucu ödül mü ceza mı, mutluluk mu acı mı bilmediğimiz bu duygu; bazen umutla tek başına savaştırır insanı, bazen büker boynunu umutsuzca. Ya ilktir ya son. Ya aydınlanır dünyanız, ya kararır onunla baştan sona. Neşe ve keder en büyük dostunuz oluverir birden. Zıt olanla eş olanın dansıdır aşk.  

 

            ‘Küçücük çocukken elinizden kaçan balon, okula giderken aldığınız ilk zayıf not, annenizden işittiğiniz ilk azar, yağmurlu bir günde işe giderken otobüsün üstünüze sıçrattığı çamur, ağladığınız ilk ölüm, sevindiğiniz ilk doğumdur aşk.’ Asla unutmazsınız, unutamazsınız. Ne zaman gelir girer yüreğinize, ne kadar kalır, ne zaman sığmaz parçalar çıkar yüreğinizi belli değildir. Bu yüzdendir ki bilemezsiniz, daha kaç kurbağa öpmeniz gerek.

 

            “ tenine dokunabilmek mi?

               haşa… gözüm göz menziline girsin yeter.

               hadi düş düşlerime,

               tutamayana “aşk” olsun… “

 

                                                                                                       UMUT MAMİNOĞLU

 
Genç yazarlar Kulübü / Web Tasarım : Orhancam