Genç Yazılar
Genç Hikayeler
Genç Şiirler
Genç Makaleler
Genç Fikirler
Genç Mizah
Haftanın Genç Yazısı
Genç Yazarlar Komitemiz
Üyelik İşlemleri

mail.jpg (2821 bytes)

Yazılarınızı göndermek için tıklayın

 
Bu yazı 941 kez okunmuştur.
Gerçeğin de içerisinde...
Şşşşşşrr… Tuvaletteki ufak cam doğrudan C koğuşunu görüyordu ve Mathilda’nın çığlıkları pürüzsüz bir şekilde bana ulaşıyordu. Mathilda yemek saatinde çıkardığı çorba savaşı sonrasında aramızdan ayrılmıştı. Koğuş?! Mathilda?! Üzgünüm ahbap tuvalet kâğıtlarına yeni ulaştım, bırakın da açıklayayım. Burası bir akıl hastanesi ve Mathilda da bizden biri. Uzun süredir bu dört duvar onu çevreliyordu. Yapılacak pek bir şey olmadığından çorba savaşı gayet mantıklı gelmişti ona. Mathilda bunu yaparak aslında çoğumuzun sonunun nasıl olacağını göstermişti bize. Ben o duruma düşmek istemiyordum. Yapabileceğim en iyi şey şu buruşuk tuvalet kâğıtlarına yazacağım yazılardı. Kalem bile bir silah olarak görülüyordu. Yazma hakkı verilseydi bize, yalnızlaşırdık. Yalnızlık ise biz hastalara verilecek en kötü şeydi. Gün içersinde içtiğim sayısız sularla hastabakıcıları kuşkulandırmadan istediğim an tuvalet kâğıtlarıma kavuşabiliyordum. Pastel boyalar ise puanıma göre beni bekliyor olurdu. Herkesin bir çizelgesi vardı, puanlar alır ve ayrıcalıklar tanınırdı. İstediğim saatte yatakhaneden çıkıp holde dolaşabiliyordum ve üç farklı renkte pastel boyaya sahiptim. Beş puan sonra cam kenarında sigara içmeme de izin verilecekti. Biz akıl hastalarıydık ve belki de hayatımıza anlam yükleyen sadece puanlarımız vardı. Bunlardan size ne değil mi -gerçi bunları birinin okuyacağını hiç sanmıyorum ama- … Tüm gününü dört duvar arasında geçiren biri size nelerden bahsedebilir ki? Size yeni vizyona giren filmlerden ya da NASA’nın yeni çalışmalarından bahsedemem. Benim özgürlüğüm Oscar Wilde’ın “A Woman Of No Importance” oyunuyla zincirlendi. Size daha kötüsünü söyleyeyim mi, Dominic Amcaya sorsanız televizyonlar hala siyah-beyaz gösteriyor dışarıda… Neyse zincirleri anlatmaya devam edeyim size... 3 düzey koğuş var burada, hastalığınızın ciddiyetine göre gruplandırılırsınız. Ben nasıl olduğunu hatırlamadığım kesiklerim yüzünden buradayım. Geleli pek olmadı ama işleyişi az çok anladım. Akşamüzerine doğru sakinleştirici ilaçları veren hastabakıcının kıçını yalarsan sana fazladan ilaç verebiliyordu. Sabah kahvaltısında bulaşık gerektirmeyen tabldotlar götürürsen sigaran yastığının altında seni bekliyor olurdu. Tabii ateşi elde etmek tam bir kaostu. İlaç sayısına göre on iki kişiydik burada. Ancak bu on iki kişinin birbirleriyle bağı yoktu, kimse kimseye borçlu ya da minnettar değildi. Hepimiz yalnızlığımızı paylaşıyorduk, doğru ama iki dostun yakınlığı hiçbirimizde yoktu. Birbirimize sataşarak belki de içimizdeki korkuları sergiliyorduk. Herkesin cümleleri kişiseldi ve biz dışarıdan anlaşılamayan bu kişiselliklerle geçiriyorduk yaşamımızı. En basitinden; saat öğlen on ikiyi vurduğunda kendini İngiliz Kraliçesi zanneden Sarah, halkına -bizlere- ülke planlarını anlatıyor olurdu. Hemen ardından sahneyi Dragic alır ve anlamsız –tabii bizim için anlamsız- şiirlerini gelişigüzel bizimle paylaşırdı. Beni merak ediyorsunuz değil mi, madem tüm olayları bu kadar açık görebiliyorum burada işim ne? Ben 3 kişi geçiriyorum burada günümü; Carla , ben ve ben. Bu yüzden kaç kişi olduğumuz konusunda kararsızım. Sayımızı azaltmak için buradaydım ama nasıl beceriyorsam hep Carla’yı uzaklaştırıp ben’le baş başa kalıyordum. Bu nasıl mı oluyordu ? Burada yapmacıklık yoktu, arkadan iş çevirmeler sökmezdi. Sözler değil mimikler ele verirdi burada sizi. “Her şey yoluna girecek.” , “Senin hiçbir şeyin yok.” yalanları da yoktu. Sadece buraya gelen herkesin içgüdüsel olarak kabul ettiği bazı kurallar var. Bunlar yazılı falan değil. Mesela “deli” demek yasaktı, “dış dünyadan” bahsetmek yasaktı. Ve bizler tarafından öğrenilen diğer bir kural da “Hastabakıcılara güvenme!” idi. Doktorlarımıza gelecek olursak onların işi bizimkinden de zordu. En ufak samimiyetsizlikte, kandırma girişiminde enselenirse bütün tedavi başa sarardı. Burada açıklık her şey demekti. En ufak bir şüphe biranda tüm gerçekliğimiz olabiliyordu. Dış dünya yasaktı ama bize bir “gerçeklik” vermek zorundaydılar. Önümüze sunulan; güneşin altında gülüşüp oyun oynayan çocukların gerçekliği değil, dört duvar arasında C koğuşunun çığlıkları eşliğinde sunulan gerçeklikti. Bak sana ne anlatacağım ahbap. Günün belli saatlerinde müzik aramız olurdu. Duvara monteli eski radyomuz 5 şarkılığına açılır ve biz “kaçıklar” kendimizce dans ederdik. Yine müzik molasıydı. Buraya, tuvalet kağıtlarıma ulaşamıyordum. Yazmaya başladığımdan beri Carla’dan uzaklaşmıştım. Bu canımı sıkmıyordu burada rahattım ancak tedavimi olumsuz etkiliyordu. Nasıl mı? Şuan ufacık kabinde yazımı yazmaya çalışırken bile “ben” pisuarda işini halledip bana sesleniyordu. Her neyse ikinci şarkı biterken Carla’ya doğru yürüdüm ve yanına oturdum. Bütün kaçıklar dans ediyor ve biz üçümüz orada öylece oturuyorduk sessizce. Mathilda yan koğuştan dönmüştü. Mutluluk ve korku karışımı duygularla dans ediyordu. Biz pek sevmezdik dans etmeyi bu yüzden hep puan kaybederdik. Carla oturduğu yerden cama doğru bakıyordu. Öyle aklınıza ağaçlar, parklar, çalışan araçlar falan gelmesin. Son derece ıssız bir yerdeyiz. Carla’nın sessizliğinden ürpermiştim, sessizliği bozmak istiyordum. Dilimden kelimeler dökülecekken Carla bağırmaya başlamıştı. Sağ elinin işaret parmağını dudağına götürürken diğer eliyle camı işaret ediyordu. Hepimiz olduğumuz yerde donakalmıştık. Afallamıştım, ne anlatmak istediğini kavramaya çalışıyordum. Ayağa kalktım, hastabakıcı kolumdan tutup oturmam için beni aşağı çekiyordu ancak ondan kurtulup cama ulaşmıştım. Hiçbir şey göremiyordum ama bir şeyler olmalıydı! Dünyaya onun gerçekleriyle bakmak istiyordum ama başaramıyordum. Bir şey vardı, olmaması imkânsızdı. Burada sadece saf gerçeklik soluk alabilirdi…
Belirtilmedi
Bu yazıya oy verin < çok iyi > < iyi > < orta > < vasat > < kötü >
 
Genç yazarlar Kulübü / Web Tasarım : Orhancam