Genç Yazılar
Genç Hikayeler
Genç Şiirler
Genç Makaleler
Genç Fikirler
Genç Mizah
Haftanın Genç Yazısı
Genç Yazarlar Komitemiz
Üyelik İşlemleri

mail.jpg (2821 bytes)

Yazılarınızı göndermek için tıklayın

 
Bu yazı 3051 kez okunmuştur.
Mavi denizler kadar uzak

Karşında gördüğün insan senin için ne kadar değerli? Yada sen onun için ne kadar değerlisin? Onun için herşeye katlanır mısın? Sevebilir misin onu o hangi halde olursa olsun? Belki ona asıl zarar veren ta kendisi sen olursun ve uzaklaşmak ister misin? Soruyorum yapabilir misin, onun simasını unutabilir misin yada sana gözleriyle beraber olan gülüşünü?

Kendinin ve onun ilki olmuşken ,sevmek olsun terketmek olsun, unutmak veya unutulmak olsun, herşeye rağmen bile bile uzaklaşmak ister misin? Bu denizlerin şahit olduğu ne çok anılar var birisininde sizinki olmasını es geçmek istiyor musun?

Bütün bu aşk ile bezenmiş fısıltıları ve peri tozu dökülmüş günleri birde unutmadan bu mavi denizleri onsuz yaşayabilir misin? Oysaki sende biliyorsun.

O olmadan bunların olaması imkansız.Senden şüpelenmek saçmalık. Sen bunları yapmaya korkarsın, ondan çok uzaklara gidemezsin ama dikkat et. Onun sana karşı duyguları hala silik silik.Sen korkabilirsin, üzerine titreyebilirsin ama o küçücük bir delikten bile kaçmaya razı.

Arzuladığın şeyi almak istiyorsan çabalamak en iyi taktik. Tabi önce soruyorum;

Cesaretin var mı bu engebeli, üzeri hırçın dalgalarla örtülüp her güç toplamak için aldığın o derin nefeslerin hemen ardından çakıl taşlarıyla dolu suların yüzüne vurmasına, kendini bile tanıyamayacak hale gelmeye yada daha tanımadığının farkına varmaya? Başka bir sen olduğuna inanmaya...Cesaretin var mı aşka, bu dalgalar çarpar bir başka.

Mavi Denizler Kadar Uzak...

1817 Büyük Britanya

"Baba..."

Genç kız, küçük tezgahın önünde babası bayat balıkları tazelerden büyük bir çabayla ayırt etmeye çalışırken uzaklarındaki, köylerinin meşhur uslu bulanık mavi denizlerinin ufuk çizgisine ve oradaki küçük siyah noktaya bakıyordu.

Ancak babası, balık tezgahından doğrulup koluna dokunan, sesinde şaşkınlık ve donukluk barındıran kızına, "Ne oldu?" diyerek arkasını döndü.Biraz inceleyince o küçük noktayı farketti.

Dört tarafı korkusuz,her saniye dalga barındıran denizlerle çevrili Büyük Britanya'nın batısında bulunan İrlanda adası, Kelt Denizi'nin üzerinde tam ufuk çizgisinde ve gittikçe büyüyen bir noktayı dalgarıyla karşılıyordu.

"Daha çok vaktimiz var..." adam kızının kolunu sıvazlarken gitgide büyüyen çan sesi saklanmaları için fazla vakitlerinin kalmadığını belirtiyordu.İkiside Çanın derin boğuk sesine kulak gerdi.

"Bugün balık olmayacak ama benim güzel Corneilyam elbet kızına ve eşine mükemmel bir akşam yemeği sunacaktır." Adam, kendisine dargın karısının beline sarılmış,beyaz boynuna kaçamak öpücükler konduruyordu.

Corneilya, gece mavisi gözlerini kısarak ve gizlice gülümseyerek ona barıştıklarını çaktırmıyor bu öpücük ve iltifatların devam etmesini istiyordu.Adam yanaklarına sürünen sarı saçları kokluyordu.Tatlı bir koku buram buram ciğerlerine dolarken Emily, pazar dönüşü odasında üstünü değiştiriyor ve anne ve babasının gülücüklerini kapının kapalı olmasına ve duymamazlıktan gelmesine rağmen duyuyordu.

Annesiyle şimdi araları bozuk olan kadının geçen sene hediye ettiği krem sade bir elbiseyi üzerine geçirdi.Geçen seneye karşın şimdi tam oturuyor ve belinin inceliğini yada ince vücudunun narinliğini ortaya çıkarıyordu.

Odadan çıkıp,mutfak ve tahta dış kapının paylaştığı kutu gibi kare kolidora çıkınca en nihayetinde annesi mutfakta tek ve artık gülmüyordu."Birazdan gelirler onlara yemek mi hazırlıyosun?" Emily, dalgasını geçerek annesinin yanına geldi.

"Ne kadar ilginç değil mi.Bunların en son ziyeretlerinde sen daha doğmamış yada ben daha evlenmemiştim..." gülüşü mavi gözlerinde belirdi"...Bence bu çatkapı ziyaretlerine bir çorba haketmişlerdir.Ayrıca kendilerini görmeyeli asırlar oldu.Herhalde özlemiş olmalıyım"alay geçtiği devirdiği gözlerinden belliydi.

"Yinede bir korsan gördün ve neye benzediklerini biliyorsundur." kızın, annesi gibi kocaman ve mutluluk dolu gece mavisi gözleri tezgahdaki içi sıcak tavuk çorbasıyla dolu tasa dalmıştı.

"Biliyorum tabi ama bir insandan farkı yoktur sadece çok aşırıya kaçmış halimize benzerler ve durmadan kahkaha atarlar.Hem tam olarak gördüğüm söylenemez köyümüzdeki adamlar onlarla anlaşma yapmak için bir evin içine topluca girip orada uzun uzun konuşmuşlardı ve annem beni evden çıkarmamasına rağmen ben onların iğrenç kahkahalarını duyabiliyorumdum" geçmişini garipsedi.

"Hazır mı? götürüyorum." Emily,babasının saçlarına benzeyen çikolata rengi,uzun, dümdüz saçlarını sırtından aşşağıya sarkıtarak tezgahın üzerindeki sıcak tasa uzandı.

"Acele etmen gerektiğini biliyorsun.Eğer geç kalırsan orada bekle ve gelmemeye özen göster. Eminim yine eskisi gibi onların özgür bırakılan hayvanlar gibi etrafa üşüşmeden bir yerde toplayacaklardır."Tahta kapıyı açtı ve Emily gitti.

Hızlı adımlarıyla evin arkasından yamacı tırmanırken birde durup durup denizin üzerindeki,yaklaşan geminin neye benzediğini anlamaya çalışıyordu.Kocaman,kapkara,büyük yelkenli birşey olduğunu faretmişti ve üzerinde yürüyen oradan küçük gözüken ama gemi karaya vurunca büyük gözükecek insanları zor belada olsa ayırt edebiliyordu.

Evet.Acele etmesi gerektiğini hatırladı ve rüzgarlar eşliğinde saçları sallanırken onların kucaklarında yoluna devam etti.

Çan artık susmuştu."İçeri girmen gerekebilir.Seni görürler ve karmaşa yaratabilirsin.Bilmelisin ki kızım onlar nekadar adamlarla konuşuyormuş gibi gözüksede genç ve güzel kızları ayırt etmek için dikkatlerini ikiye ayırabiliyorlar.Anladın mı?"Kambur,tatlı kadın konuşadursun, Emily omuzundan aşşağıdaki adamların karaya toplanıp onları nasıl karşılayacaklarına dair konuşmalarını izliyordu.

"Evet.Doğru söylüyorsun."Kadını kandırmak kolay ve dinlemiş gibi başını sallayıp dediklerine şaşırmış gibi davrandı.Kadın, onun içeri girmesi için yol verince duraksamıştı ama hemen konuyu toparladı ve son kez arkasına ve karanın üzerine çıkacak gemiye bakıp ardından kapı kapandı.

Kocaman, tahta yığını tabiriyle gemi karaya vurdu ve tayfa küpeşteye sıra sıra dizilmişti.Birbirinden şaşkın gözler sadece köylülerde mi vardı? Gemidekilerin bakışları sadece, gerçek anlamıyla tepeden bakıyor ve bir askerlermiş gibi his yaratıyordu oysaki kimse onların gemiden inip köyü talan etmeye can attıklarını bilmiyordu.

Sessizlik sadece konuşmadıkları için mi oluşmuştu? Oysaki dalgalar, rüzgarlar, gri gökyüzünde asılı kuşların sesi hiç kesilmemişti.

"İnin"

Arkadan genç ve gür bir ses tek hece tek nefes konuştu.Tayfa hiç saniye kaybetmeden gemiyi karaya bağlayan köprüden inerken yerlilerden birkaçı durmaları için acele edip heyecanla önlerini kestiler.

"Öncelikle size dostça yaklaşmak istiyoruz.Bu teklifi düşünün kaptan."

Güvertedeki genç kahkaha attı."Ben kaptan değilim aptal ama madem konuşmak istiyorsun konuşalım .Yalnız sadece siz ve ben birde birkaç arkadaşım.Diğerleri hiçbirşeye ve hiçbir kimseye zarar vermemek şartıyla köyü turlayacaklar."

"Ben geminin kaptanıyla konuşucağım"

"Ben duyduklarımı ona iletirim.Beni görevlendirdi ve o şuan meşgul tamam mı?" Gemiden inip elleri cebinde adamın dibine bilmiş bir gülümseme ile geldi.Çaresiz adam önce burun buruna gelmiş genci süzdü ardından yüzünü buruşturarak arkasını döndü.Daha ne kadar bu ekşi kokuya dayanabilirdi ki?

Mürettebat, gezmeyecek yer bırakmadı artık önceden boşaltılmış tezgahları bile tepetaklak yapıyor evlerin kapılarını çalıp kaçıyorlar yada camlara taş atıyorlar.Onlar sözlerinin erleriydi ve hiçbirşeyciğe zara vermiyorlardı.

Patlatılan silahlar vardı gökyüzüne doğru.

Emily kapıyı hızla açıp yamacın ucna geldi. "İçeri gir Emily!" Krem kıyafeti süzülürken gökyüzünde ahesteyle saçları rüzgarın cilvelerine maruz kalarak sağ omuzundan sanki çok uzaklara ulaşmak için uzana bir el misali dalga dalga havalanıyordu aynı denizin dalgaları gibi.

Elleri cebinde,siyah mavi kocaman gözlü yavru kedi ayaklarında dolanırken o güvertede yürüyordu.Sağlam ayakkabılar kumaş bir kahve pantolon içeri girmiş bol ve yakasının iki düğmesi açık puslu beyaz bir gömlek buğday ten renginin pürüssüzlüğüyle süslenmiş birde ucunda beyaz bir su damlasına benzeyen aytaşı kolyesiyle bezenmiş bir boğaz.Sert, düz bir çene, sırıtan ince renksiz dudaklar ve küçük kıvrımlı bir burun.

Birşey unutuluyordu.Nerede o bakıp herşeyi gören gözler? Sanki çimenlerin arasına batırılıp çıkarılmış o gözler anlaşılmayan bakışlara yada birden fazla anlamı taşıyan bakışlara sahipti.O gözleri saklayan kumral dalgalı saçlar Daniel'ın anlına düşmüşken hiç zahmet etmeden o gözlerin büyüsüne kapılan rüzgarlar onları geriye itiyordu.

Karaya ayak basınca bir öylece etrafa bakındı.Köyün bakımsız ve yoksul havaları tamda ortama ayak uydurmuş,gri gökyüzünün ritmi ile süslenmiş küçük bir köyle karşıkarşıya duruyordu.

"Güzel çıkıntılar..." sesli düşünürken ormanın içindeki küçük dağlar yada yamaçlar nede güzel yakışmıştı.Birde şu sağdaki tepe ve oradaki elbisesi uçuşan şu kız çok...

Başını tekrar aynı tepeye çevirirken o kızıda nasıl farketmişti? Ufak bir çubuk misali orada dikilmiş aynen burayı izliyordu fakat bakışları nereye bakıyor anlamsızdı.Çözülemeyen bir soru gibiydi, anlaşılamayan.

Hayır bakışlarından bahsedilmiyordu.Çözülemeyen ve anlaşılamayan Daniel'ın içindeki somsoğuk rüzgarlardı. O anlamsız ürperiş ve şimdi gereksiz sıcaklık. Ne oluyordu ki daha kızın saç rengini bile ayırt edemiyordu.

Yinede bakışları o tepeden ayrılmamış sadece kendisine olan bu değişime garipce tepki vermiş ve kaşlarını çatmıştı.

"Anlaşalım.Bize bu yılda çıkarmış olduğunuz tarım mamüllerini verin bizde sizin bir isteğinizi yerine getirelim nasıl olur?" Genç, sandalyesine yaslanıp ayaklarını masaya uzattı.

"Bu düşünülmeden yapılan aptalca bir anlaşma olur.Biraz bizide düşünün.Onları bu zamana getirmek için nekadar çaba sarf ettik bir düşünün" Adam, onun karşısında oturmuş bu anlaşmayı birazda kendilerinin lehine çevirmeye çalışıyor zaralı çıkmamaya özen gösteriyordu.

Kapı yavaşça gıcrdayarak açıldı. "Şu meşhur toplantı burada yapılıyor herhalde?" Yeşil gözler birilerini aradı ve adamlarından birini ortama kurulmuş gayet rahat görünce Daniel içeri girip kapıyı kapadı.

"Çık buradan.Şurada konuşuyoruz görmüyor musun?" Adam cahilce Daniel'ı hafif mum ışıklarıyla aydınlatılan küçük odadan kovuyordu.

"Ağızını kapatacak mısın yoksa yardım etmemi ister misin? Şuan karşında dışarıdaki koca geminin delikanlı kaptanı Daniel Isaac Skarlott ile konuşuyorsun. Ben olsam hemen özürlerimi dile getirirdim." genç, gururlanarak ayağa kalkıp kaptanını tanıttı.

"Ben bilmiyor..."

"Anlaşmaya gelelim mi beyler? Bir konuda uzlaşmalıyız değil mi?"Daniel, gencin verdiği sandalyeye ters oturup çenesini ellerinin üzerine koydu ve gözlerini kocaman açarak onları dinledi.

"Biraz daha sakin.Mesela sessiz ve daha az yaramaz olabiliriz." Daniel,çıktığı sandalyenin üzerinden köylülerin özel günlerinde toplanıp kutlama yaptıkları açık bir alanda kurulan masaların etrafında eğlenen tayfasına seslendi fakat olan sessizlikle herkes Daniel'a bakarken onun ta kendisi belinden silahı çıkarıp gri gökyüzüne ve bir toplulukla uçuşan yağmur kuşlarını korkutarak bir kez patlattı ve kahkaha atmaya başlayınca gürültüye devam ettiler.

Akşam üzeri olmuşken birtürlü açılamayan rengiyle akşamın karanlığına ev sahipliği yapan gökyüzü karardı ve gürültü, iki kat eğlence, üç kat heyecan ardı sıra gelmeye başladılar.

Rüzgarda, sızım sızım sızlayan görünmez bayanlar uçuşuyordu koyu denizin üzerinde, buğulu sislerin arasında, yumuşak toprak üzerinde ve huzursuz o insanlar içinde.Saçları saydam, vücutları saydam ve yürekleri olmayan bu varlıklar sanki orada yaşayan bir başka boyuttan gelen canlılardı ama bunun farkına varan sadece gökyüzünde huzur içinde uçuşan ağlayan bulutların gözyaşlarının habercisi yağmur kuşlarıydı.Çünkü aynı gökyüzünü paylaşıyorlar.

Birtanesi,Sanki saydam uzun saçlarıyla Daniel'ın tam önünden geçmiştiki biran titreme geldi ve gözlerini kırpıştırarak önünde dikili durduğu dalgalı denizlerin karşısında kendinden geçmişti.

Sisleri şimdi daha yoğun ve daha net görebiliyordu.Güneşin turuncu süzmeleri sakin görünen ama seni içine çekebilen denizde sanki batarken "beni kurtarın" diye son yalvarışlarını dile getiren bir lamba gibi kesik kesikti ve gökyüzündeki bulutlar nekadar haraket ederse o okadar derine iniyordu.

Daniel'ın ona yardım edecek hali yoktu herhalde.Yarın birdahaki sefere.

Onun aklını kurcalayan şey...

Saçmalıktı.Nasıl olurda daha yüzünü bile ayırt edemediği kıza aklını takabilir.Hatta onu gördüğü ilk andan beri sanki onun tarafından izlenirmiş gibi haraketlerini titizle sçiyor ve diikatini çekmek isermiş gibi daha sorunlu olmaya çalışmıştı ve silah patlatma olayıda buna dahildi.

Yavaş yavaş yüzüne dağılan o mimik bir sırıtma mıydı?

Hızla elindeki içi şarap dolu bardağın kulpunu sıkmayı bırakıp onu boşluğa terk ederken uzaklaşıyordu.Bardak yere düşüp içindeki şarap toprağı sularken Daniel, çok uzaklara o kızı gördüğü tepeye gitti.

Tepe göründüğü gibi kısa bir yolu değil aksine engebeli ve yorucu bir çıkış yolu vardıki Daniel,yorulduğunun farkına tepeye tayfasını, denizi ve üzerindeki gurur kaynağı gemisini görebildiğinde anladı.

Buradan denizin ufuk çizgisi nekadar büyük ve bir sabah olduğu düşünülürse gökyüzünün bu boğuk havası belki aydınlanacaktı ve yağmur kuşları haykırmayı bırakıp onun yerine güvercinler sohbet edecekti.Oysaki nerede o doğarken sarı batarken pembe yada kırmızı olan güneş?

Eli yüreğini sakinleştirip üzerine baskı uygularken kalbinin dahada hızlı attığını hissedebiliyordu çünkü bir ev farketmişti tatlı ve küçük kuytu bir köşede büyümüş küçük şirin çiçek tarlasıyla karşılaşınca bunları o kızın diktiğini düşünmüştü.

Şimdi onu bu bahçenin içinde Çiçekleri yaralı bir kuşu yere bırakır gibi toprağın içine gömüp sularken hayal ediyordu ama nezaman kız arkasını dönse artık tepenin sert rüzgarlarından mıdır yoksa bulanan ve dalan gözünün ağrıdığından mıdır bilinmez hemen siliniyordu bütün herşey.Belkide kız hakkında tek bir hece bile bilmiyordu oyüzden silüet bir duman olup rüzgarın götürdüğü yere hiç ısrar etmeden gidiveriyordu.

Kocaman açılmış, çiçeklere dalan gözlerini alıp kafasını hızla salladı.O kız kim Daniel gibi uyuz birine gülümsemek kim?

Bugüne kadar bütün kızlar nezaman Daniel'a samimiyetle yaklaşsalarda ya onun agresifliği tutar yada uyuz etme zilleri çalar ve onları korkuturdu.Hatta birkeresinde kızın biri onun yanına oturmuşken Daniel hiç vakit kaybetmeden Şarabını kızın üzerine döktü ve üstüne üstlük mis gibi kırmızı eti kızın tepesine koyup "Harika bir yemek oldun şimdi seni yeme vakti" deyip kızı ağlatarak masadan kaldırmıştı.

"Olur sen merak etme"

Bir kız sesi evin içinden hatta ve hatta çıkmak için kapıya yaklaşmış olduğu anlaşılırken Daniel'i bir telaş sardı ve kalbi göğüs kafeslerini kırmaya çalışıp aydınlığa kavuşmak isterken o hemen evin ardına geçip nefesini tuttu.

                                             "rabia zeynep koyun"

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Belirtilmedi
Bu yazıya oy verin < çok iyi > < iyi > < orta > < vasat > < kötü >
 
Genç yazarlar Kulübü / Web Tasarım : Orhancam