Aslında ilk düşündüğüm şey bu mektubu kendi el yazımla mı yoksa elektronik ortamda mı yazıp yazmayacağımdı.Aslına bakarsan henüz net bir karar vermiş olmamama rağmen kelimeler kendiliğinden variyetlerini sunmaya başladılar bile. Şimdi sen diyeceksin "Bu variyet kelimesi de nerden çıktı?" "Günlük hayatta kullanıyor musun?" ben de sana "Evet" diyeceğim.
Mümkün olduğunca farklı kelimeler kullanmaya çabalıyorum. Neredeyse aynı cümleleri kurduğumuz bütün bir gün, aynı kelimelerle daha da muttarit gelmez mi? (Muttarit:Tekdüze) Mektup, çünkü artık terkedilmiş bir alışkanlık.Zaman her ne kadar değişse , her ne kadar teknoloji gelişse ve bize yeni imkanlar ve de yeni kolaylıklar sunsa da "mektup" yazmak farklı, hoş, eski bir gelenek, eski bir iletişim aracı. Ayrıca da etkili. Etkili olmasının nedeni ise sanırım, bazen kelimeler dilinle kalbin arasında sıkışıp kalıyor. Unutuveriyorsun. Duyumsuyor ama gerektiği gibi anlatamıyorsun. Sadece bakıyor ve düşünüyorsun. Oysa düşüncelerini, yüreğinde biriken duyguların tekmilini, yazarak, daha özgürce ifade edebilirsin. İşte bu vesileyle bütün bir duygu selini karşındaki insana yansıtabilirsin. Kentleşme arttıkça, aynı bölgede yaşayan insan kitlesi de artıyor.
Nüfus arttıkça, insanlar bir o kadar da birbirlerinden uzaklşıyorlar. Köylerdeki, mahallelerdeki sıcaklıklar artık yerini bir merhabaya bile bırakmaz oluyor. Umursamazlıkla birlikte özgürlük adını verdiğimiz bir yalnızlık da kapımıza dayanıveriyor. Gerçek aşk, gerçek dostluk peyaz perdedeki yerini alıyor. Yüreğiniz titriyor ama yine de materyalist olgularınızdan daha gerçek, daha daimi kılamıyorsunuz onları. Kılmak için bir çaba bile sarfetmekten acizken nasıl olur da yüreğinizi diri tutabilme aşkıyla yanıp tutuşuyorsunuz? Canlı duvarlarla konuşuyorsunuz ama yanıt alamıyorsunuz. İşte o zaman inanmak ve inanmamak arasında bir yerlerde gidip geliyorsunuz.
Ama bildiğiniz gerçek şu ki siz doğru olanı arzuluyor, güzel olan için yüreğinizde yangınlar çıkarıyorsunuz. Kendinizi bir hiç olarak bulduğunuz noktada yeniden zuhur ediyorsunuz. Artık, bildiğiniz basitliğinizle yüceliyorsunuz. Görüyorsun ya laf nereden nereye geldi. Yazmak, tıpkı bir yelkenli ile okyanusa açılmak gibi. Sonunu kestiremiyorsun. Fırtına çıkacağını bile bile, arkana bile bakmadan yelkenler fora! . . . Aynı filmi bıkmadan usanmadan izlemek gibidir bazı şeyler. Görmekten, duymaktan,yaşamaktan asla bıkmazsın. Her seferinde yeni bir haz alır, yeni bir dünya keşfedersin.
Her seferinde farklı ayrıntılar yakalarsın. Hatta uzun bir zaman görmesen bile eksilen birşey olmaz ruhundan. Yüreğindeki yangınlar hiç sönmez. Tıpkı yüreğimdeki gibi, varlığından hiç şikayetçi olmadığım bir yangın. Varlığının başlangıcı ve sonu olmayan bir aşk... Sefil zamanlar vardır en az kendimiz kadar;harcarken nefes almadığımız. Tanımazken kendimizi, psikanalizini yapmak belki de farklı popülasyonların. Aniden çıkagelen bir misafir vardır; ellerinde gerçekler, katı, yalın ve içine işleyen türden. Çalarken kemancı bilinmedik bir besteyi, o an uydurduğun bir şarkıyı mırıldanmak gibidir hayat.
Başkasının yazdığı ve senin oynadığın bir rolden başka nedir ki ...? Her insanın kendini farklı kılmaya çalıştığı ama bir bütünün parçası olduğunu göremediği, kör bir bilinç vardır. Tıpkı ellerinin ve ayaklarının olmaması gibidir, bakıp da görememek, görüp de sezememek... Hatıraları eski sandıklara terketmek gibidir, yozlaşma... Saçını başını yolmak gibidir oysa; kaybetmek derinlikleri, gelenekleri, bayramları, seyranları... Ve kara bulutların çökmesi gibidir ruhuna, sevgilinin gidişi...Dostların teker teker terk-i diyar edişi... Tarihi değiştirmek istesem barutu icad etmezdim; yine meydanlarda yüz yüze olurdu savaşlar.Cenk meydanlarında namert barındırmazdım.
Onuru kılıcımla bağışlar, cesaretimle ödülllendirirdim ölümü. Saklı gerçekleri perde arkasından çıkarmak gibidir;sahneye koymak gibidir gerçekleri...Belki kan dolu savaş sahnelerini, belki de barış çabalarını... Ortadoğu'da düşmana fırlatılan bir taş gibidir masumiyet... Kanadı kırık, kurtulmaya çalışan bir kuş gibidir barış, yoksa kan davası bitmeyen aşiretlerin namlusunda mıdır? Konuşmayan insanların fikirlerinde midir noksanlık? Anlayış eksikliği sebebiyle esen soğuk rüzgarlardır sokaklarda. Azıcık bir umut, azıcık bir sevgi kurtarabilecekken ruhumuzu zifiri karanlıklardan, gözlerimize mil çekeriz görmemek adına işimize gelmeyen gerçekleri.
Sevmek korkutucu gelir çünkü yanında fedakarlığı da getirecektir. Daha kaybetmeden, elimizdekileri çalmadan zaman, hatrıraları harmanlamadan rüzgar...Özgür irademizle dokunabilirsek zerrelerine hayatın, sevebilecek kadar şanslıysak kendimizi, o zaman kapıları aralanacak Şehrazat'ın. Binbir gece masallarını anımsatır bir şekilde vuku bulacak hayat. Ve yetmediği zaman nefesler yaşamak için, o zaman paylaştığımız kadar yaşayacağız, kalbimizi cömertçe paylaştığımız kadar...
Bir yaşam felsefesi bilirim. Düşündüğünü yaşadığın,Baktığından daha fazlasını görebildiğin, sessizliğe doğayı sunabildiğin, inandığını gerçek kılabildiğin... "korktuğun şeyler er ya da geç başına gelir" der, felsefe. Onu iyi düşüncelerle beslemediğin müddetçe. Korku seni izler, arkanda bıraktığın öfkenin izlerini silemedikçe.Herkes kendi kaderini kendisi belirler, Allah'ın kitabında yazılan kader ihtimaller zinciridir. Seçimlerin doğrultusunda başına gelebilecek herşey kaderdir.
Kapıyı açmadan arkasında ne olduğunu bilemezsin,duvarı aşmadan zincirin halkalarını bozamazsın. evreni çeviren duvarı gördüğünde zaten aklının sınırlarını aşmış olacaksındır."Odunu kırdığında beni göreceksin, taşı kaldırdığında beni bulacaksın" Birşey vardır. O denli derindedir ki onu çekip çıkaramazsın olduğu yerden. Öylesine derine kazınmıştır, öylesine içine işlemiştir ki artık, görmezlikten gelemezsin. Umut eğer başkaları tarafından bize verilen bir armağan olsaydı, şüphesiz ki istediklerinde geri alabilirlerdi. Onu biz kendimiz yaratırız.
Hiç solmayan çiğdemler gibidir umut, hiç dinmeyen bahar yağmurları, hiç batmayan gün ve yıldız dolu bir gökyüzü gibidir. O yüzdendir ki hala yüreğimde ilkbaharlar, sağanak yağmurlar... ve sen. Doğru kelimeleri bulamam belki ama senin doğru insan olduğunu biliyorum. Ve aşkın bencillik olmadığını da.Artık biliyorum ki senden başka kimseyi asla sevemeyeceğim. Ve birşeyi bilmeni isterim: Hiçbir nedenden dolayı seni terketmezdim.
Görmediğim topraklar,tenefüs etmediğim havalar için seni asla ardımda bırakarak yollara düşmezdim. Ve her satırın sana adandığını bilmelisin. Ve seni sevdiğim, dahası sevebildiğim için şanslıyım. Sana hiç kızmadığımı da bilmeni istiyorum. Bilirsin, insanlar karşısındakiler de kendileri gibi düşünsün, kendileri gibi hissetsin isterler. İstedikleri olmayınca da karşısındakileri potansiyel düşman olarak görmekten kaçınmazlar. Ben meleğimi asla bir düşman gibi göremezdim. Allah'a inanıyorum ve her gece kendim için ederken senin için de dua ediyorum.
Çünkü sensiz asla cennete girmeyeceğim. Sonsuz zaman karşısındaki hiçliğimin farkındalığını yaşıyorum. Sonsuzluğu karşılama vakti geldiğinde sana yineleyeceğim, ben sensiz asla, altından ırmaklar akan ağaçlar istemiyorum. Usul usul kararmaya başlarken gökyüzü alacakaranlık bir yalnızlık vuku bulur dünyamda.Ve ben beyaz dünyalara sana dair satırlar karalarım.Derken yağmurlar yağar dünyamda, sel alır karanlığı...Hafiften bir aydınlık doğmaya başlar...
Gün artık doğudan doğmaz, bende doğu artık sensindir... şafaklar yüreğimde söker artık, sıcaklığınla ısınır ellerim.... Zahiri bir aşk vardır yüreğimde... konağın her odasında sen varsın.... Öylesine bengi bir tutkunluk kanımda,ciğerlerimde... Hani göle yağmur yağar , ışık huzmeleri değer damlalara da renkleri yaratır gözbebeğinde, ve dağın doruğuna çıktığında karşına çıkan sarı dağ çiçekleri kadar hoş kokulu bir duygu bedenini saran...
Özlediğin bir serinlik duygusu dokunuşlarda... Sobada yanan meşe ağacının verdiği sıcaklık hissi kadar yakındır sevgilinin nefesi ruhuna. Ve hafif bir esintinin, yapraklardan huzurlu bir senfoni yaratması gibidir bakışları... Bir elma var elimde davet eden isyana, ve bir gemi var cennet vadisinin limanında; hırçın dalgalara sürükleyen, açık denizlere yelken açan; beni deniz, seni gökyüzü diye anan bir avuç tayfa... Ancak yağmurla birlikte dokunabildiğin zamanlar vardır; ancak meltemler tenine değince hissedebildiğin... Bir kumsal ve okyanus önümde sonunu göremediğim ve gökyüzü daha yakın yeryüzüne buralarda. Uzansan bulutlara dokunabilecekmişsin gibi sanki;neresi olduğunu bilmediğin bir yer... Yine de yalınayak yürümekten zevk aldığın , havasını solumaktan huzur duyduğun bir çöl,denizle barışık. Ve tuzla su gibi, kaynaşabilen bir variyet...
Birlikte ama özgür kılınabilen... Kelepçeleyemediğin bir özgürlük duygusu damarlarında. Dağ havasını içine çekmek gibi, özümsediğin her çiçek kokusundan daha ziyade... Ve daha bir baştan çıkarıcı orman toprağı, dokunuşları tıpkı yosunların yumuşaklığı gibi düşlerin. Zahiri bir hamd duygusu Allah'a karşı. Ve arşı keşfetmek için isyan çıkarmak cennette. Bir avuç sonsuzluğu tatmak adına... Sonsuzluğun sonu bir duvar ve duvarın diğer tarafında sana dair bir ömür... Bir pınar tam önümde , suyu buz gibi; iliklerime kadar serinletiyor, kana kana içtiğimde. Suyun kaynağı sen...
Güneş tam tepede ve ben sonu dağlara giden bir yolda; çok sıcak ve öylesine terlemişim, güne doğan güneş sen. Sen ey sevgili kendime biçtiğim kaftan . Ve bahçıvansın gönül bahçemde. İstediğini kokla, istediğini der ey sevgili. Ve sen başımda kara bulutlar; sağanak sağanak yağ ey sevgili. Sen dağlara ve vadilere alabildiğine uzanan bir meşe ; beni karanlığında kaybet sevgili..... Bu sabah gökyüzüne baktım erken saatlerde.Dağınık bulut kümelerinin arasından ışık huzmeleri süzülüyordu.Anlatılabilecek kadar basit değil oysa güzelliği. Yüreğime de sızdı yavaş yavaş aydınlığı günün.Ve içimde bir kıpırtı...Değişen mevsimdi ama bende değişmeyen bir sen, dingin yüreğimin fırtınalı baharı.Yüreğimde açan çiçek sen...sen ey sevgili dokunduğumda dikeni yüreğimi acıtan gül... ve sen ey sevgili daha ziyade, hayattan alabileceğim tekmil hazlardan...
Diri yüreğimin asi mabedi... Ve dokunur tenine hafifçe esen rüzgar... farklı bir serinlik,farklı bir sıcaklık hissi verir aldığın nefesler... ve baştan çıkarıcı tebessümlerin vardır;yüreğimi cehennem vadilerine salan. Gözlerimi kapadığımda bütünüyle varlığını duyumsar ruhum. Sanki dehlizlerinde kaybulur gibi hissederim okyanusların. Bir gökyüzü sadece başımda;kendim yaratmışım yıldızları. Yıldızlar kayar ve ben dilekler tutarım. Ve karanlığın huzurlu sessizliği sen sanki.Gece örtsün diye günü nasıl sabırsızlanırım,nasıl salarım güneşi bir bilsen başka memleketlere...
Nasıl kara bulutları toplarım şehrin üstüne... Yağan yağmur olacağım ve sen sırılsıklam yağmurdan... İstanbul'un soğuk kış günlerinde içime işlemişken keskin soğuk;Kafka'da, Sultanahmet'te, Ayasofya'ya karşı içtiğim bir fincan çay gibidir seni sindirmek yüreğime,iliklerime değin sen olmak...
Gürkan Kocabıyık'a ithafen