Dünyevileşme Belası
Hz. Sevban (r.a.) Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
“Obur kimselerin yemek çanağına üşüştükleri gibi, milletlerin birleşip ellerinizdekini almaları uzak değildir.”
Bir Sahabi, “Biz o günlerde azınlıkta mı olacağız ki, böyle olacak?” diye sordu.
Peygamberimiz, “Hayır, çoğunlukta olacaksınız. Ancak, sel üstündeki köpük gibi olacaksınız. Allah, düşmanlarınızın kalbinde size karşı duydukları korkuyu kaldıracak; sizin de kalbinize gevşeklik verecekir” buyurdu.
Orada bulunanlardan birisi tekrar, “Ya Resulallah, gevşeklik nedir?” diye sordu.
Peygamberimiz (s.a.v.) “Dünya sevgisi ve ölümden hoşlanmamaktır” cevabını verdi.
Ehlullah şöyle der:
‘‘... Bizi maddi cephede mağlup edemeyen düşmanlarımız, son yüzyılda cephe değiştirmiş, bizi üstün yapan değerlerden uzaklaştırmak suretiyle manevi gücümüzü kırmışlardır. Lozan Antlaşmasından sonra. “Neden Türklerin hakimiyetini tanıdınız?” diye Avam Kamarasından (İngiliz Parlementosu) yükselen itirazlara Lord Gürzon, şu cevabı vermişti:
“Merak etmeyin! Bundan sonraki Türkler, bir daha eski güçlerine hiçbir zaman ulaşamayacaklardır. Çünkü, biz onları maneviyat ve ruh cephelerinden öldürmüş bulunuyoruz.’’
Evet, ondan sonra bize şart koştukları şekilde maneviyatımızı ve kendi yürüyüşümüzü terk etmiş, başkalarını da taklit edememiş, iki arada bir derede kalmıştık. Halen bir şaşkınlığı, bir ikilemi yaşıyoruz.”
Bizi öldürmeye gelenler bizde dirilmelidir. Ecdadımız 1000 yıl insanlığı nasıl dirilttiyse bize de bunu devam ettirmek yakışır. Peki biz diri miyiz? Yoksa öldürülmeden intihar edenlerden miyiz? Dünyevileşme belasından kurtulabiliyor muyuz? Niçin yaşıyoruz?
Bediüzzaman şöyle der:
“Kat’iyyen bil ki, hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüksek neticesi iman-ı billahtır.
(Allah’a imandır) . Ve insaniyetin en ali mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, iman-ı billah içindeki marifetullahtır.(Allah’ı tanımadır). Cin ve insin (insanların) en parlak saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır.(Allah sevgisidir). Ve ruhu beşer için en safi sevinç, o muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhaniyedir.
Evet, bütün hakiki saadet ve halis sürur ve şirin nimet ve safi lezzet, elbette marifetullah ve muhabbetullahtadır; onlar onsuz olamaz. Cenab-ı Hakkı tanıyan ve seven, nihayetsiz saadete, nimete, envara (nurlara), esrara, ya bilkuvve (duygu halinde) veya bilfiil mazhardır. Onu hakiki tanımayan, sevmeyen nihayetsiz şekavete (kötülük, bela ve sıkıntı içinde kalmaya), alama (acılara) ve evhama manen ve maddeten mübtela olur.
Evet, şu perişan fani dünyada, avare nev-i beşer içinde, semeresiz (sonuçsuz) bir hayatta, sahipsiz, hamisiz bir surette, aciz, miskin bir insan, bütün dünyanın sultanı da olsa kaç para eder? İşte bu avare nev-i beşer içinde, bu perişan, fani dünyada insan Sahibini tanımazsa, Malikini bulmazsa, ne kadar biçare, sergerdan (başıboş) olduğunu herkes anlar. Eğer sahibini bulsa, Malikini tanısa, o vakit rahmetine iltica eder (sığınır), kudretine istinad eder (dayanır); o vahşetgah (ürküntü veren) dünya bir tenezzühgaha (gezinti yerine) döner ve ticaretgah olur.”
Gayemizi kaybetmek belamızı bulmaktır.
Haşr Suresi: 19- Allah'ı unutup da Allah'ın da kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın onlar, yoldan çıkan kimselerdir.
Zuhruf Suresi: 36- Her kim Rahman olan Allah'ın zikrinden yüz çevirirse biz ona bir şeytan musallat ederiz. Artık o şeytan onun yakın dostudur.
Allah’tan başka bir güce tapınanlar o taptıkları şeyin altında kaldıklarında ne olacak? Emniyet ve güven arayışında peşine düşülen şeylerin bizzat kendileri emniyet ve güvene muhtaçtır. Köklü sorunların köklü çözümleri Kur’an-ı Kerim’e, sünnet-i seniyyelere ve Kur’an hakikatlerine dönüştedir. Kur’an’daki formüllerle sınırsız problemler çözülür ve insana yakışan şekilde yaşanır. Karanlıklardan ancak vahyin ışığı ile çıkılabilir.